14 Şubat 2012 Salı

ASKLEPEION

Arkeolojik ve yazılı kaynaklar antik dönemin tıp anlayışı hakkında çeşitli bilgiler sunmaktadır. Tüm bu bilgiler, antik dönemin hastalıkları, hasta profili, tedavi edici yöntemleri, tedavilerini uygulama biçimleri ve hekimleri hakkında döneminin sağlık anlayışını ortaya koymaktadır.

Erken Yunan tıbbına –Yunan Bronz Çağı, Minos ve Mykenai Kültürü- ilişkin kanıtlar yetersizdir. Arkeolojik bulgular, dönemin halk sağlığının önemsendiği, bunu için de kanalizasyon sistemlerinin iyi düzenlenmiş olduğunu göstermektedir. Yazılı kaynaklarda – İ.Ö 8 yy da Homeros’un Odysseia ve Ilyada’sında- hekimlerin sosyal yaşamda iyi bir yere sahip olduklarına dair bazı bilgilere rastlanmaktadır. Ayrıca hekimlerin, dönemin kâhin ve rahiplerle aynı sınıfa sokulduğu belirtilmiştir.

Minoslular ile Mikenliler tıp alanında Mısır’la ilişki içindeydiler. Mısırlılarda ölü gömme geleneği –mumyalama- olarak ölen kişinin tüm organlarının dışarı çıkartılması gerekliydi. Bu durum insan organlarının gözlenip, insan anatomisi hakkında bilgi edinilmesini sağlıyordu. İlk dönemlerde gelişme gösteren anatomi ve fizyolojinin yanında cerrahi teknikler de paralel bir seyir izlemiştir. M.Ö 17 yy Edwin Smith Papirüsünde; baş, göğüs ve omurga yaralanmalarını içeren klinik cerrahi olgusuna dair bilgiler vardır. Bacaklar ve sfinkterde boyun omurgasının yerinden oynaması sonucu oluşan felç, ölümcül kafa yaralanmaları sonucu oluşan ateş ve zayıflama, temporal kemiğinin kırılmasına bağlı sağırlık gibi. Her hastalık muayene, belirtiler, tanı, hastalığın seyri ve tedavisi biçiminde metotlu bir şekilde anlatılmıştır. Bir diğer papirüste –Ebers Papirüsü- çeşitli hastalılardan bahseder. Başta kulak ve göz hastalıkları, bağırsak ve diğer organ bağırsakları, kol ve bacaklarda sertleşme- artrit-, gibi hastalıklar liste halinde verilmiştir. Ayrıca ilaç tarifleri ve büyüsel tedavilerden bahsetmektedir. Bahsi geçen papirüslerde tanımlamalar klinik nitelik taşımaktadır. Mısır tıbbındaki başlangıçta görülen bilimsel nitelikli gelişmeler dinsel anlayışla hızını sonradan kaybeder, yerine batıl tedavi yöntemleri önem kazanır. Mısır tıbbının Erken Yunan tıbbını etkileyen yönü cerrahi, farmakoloji, jinekoloji gibi teorik değil pratik yanıydı.

M.Ö 5 yy’da Yunanlı tarihçi Herodotos hekimlerin sadece tek bir hastalıkla ilgilendiğinden söz eder. Göz, iç hastalıklar, bağırsak gibi alanlarda yeterli bilgi ve birikimleri olmadan uzmanlaşmaya çalışan hekimler tıbbın bilimsel gelişmesini engellemekteydi.

M.Ö 5. yy.ın sonu ile 6 yy.dan itibaren tıp alanındaki kuramsal çalışmalar Yunan tıbbının gelişerek diğer kültürlerin tıp anlayışından ayrılmasını sağladı. Demokedes, Alkmaion, Anaksagoras, Empedokles gibi ünlü hekimler geliştirdikleri tıp kuramları ile Yunan tıbbının tıp felsefesi ile bir arada gelişimine katkı sağlamışlardır.

Alkmaion yazılarında anatomik gözlemlere yer vermiştir. Tıp alanına en önemli katkısı Sağlık kavramıdır. Vücut sağlığı temel sıvıların uyumuna bağlı olduğundan söz eder. Sıvıların nitelikleri –soğuk, sıcak, kuru, nemli gibi- vardı. Sıvılardan herhangi birinin artışı veya azalışı tüm dengeyi bozar ve hastalık ortaya çıkar. Bu kavramı, Hipokrat’ın sıvılar kavramının temelini oluşturmuştur.

Empedokles de sıvılar ve elementler öğretisini geliştirmiştir. Evrendeki canlı veya cansız her şey dört kök ya da elementlerin (hava, su, ateş, toprak) değişik oranlarda karışımından oluşmuştur.

Anaksagoras tıp alanında beslenme konusunda kuramı ile katkı sağlamıştır. Kuramına göre sindirim sırasında besinlerden gözle görünmeyen bazı tohumlar salınmakta idi. Bu tohumlar vücudun farklı bölümlerinin yapısına katılmaktaydı.

Ancak tüm bu kuramsal çalışmalar zamanla tıbbın yanında pratik yanın gelişmesine engel olmaya başladı. Tıp öğretilerinin felsefi yaklaşımlardan ayrılarak gelişimi sürdürmesi ihtiyacı ortaya çıktı. Bu gelişimi sağlayan ve tıbbın babası olarak nitelendirilen Hipokrat’tır. Hipokrat, M.Ö 5 yy ikinci yarısında yaşamış çok ünlü bir hekimdir. Yaşamı hakkındaki bilgiler yeterli değildir. Sokrates’in çağdaşıdır. Corpus Hippocraticum adlı yapıtı batı tıbbının temelini oluşturmuş ve kendinden sonraki tıp düşüncesini büyük ölçüde etkilemiştir. Yapıtında anatomi, fizyoloji, diyet, tedavi, klinik tanımlama, patoloji, cerrahi, kadın hastalıkları, doğum gibi birçok alanda bölümlere vardır. Yapıtında dört sıvı öğretisi vardı. Kan, balgam, sarı safra ve kara safra. İklim veya diyet gibi etkenlere bağlı birinin artması ya da azalması vücut sağlığını bozduğunu belirtir.


ÖLÜMÜN GİREMEDİĞİ YER: ASKLEPION-2

M.Ö 3 yy.dan itibaren Helenistik Dönem İskenderiye’sinde özellikle anatomi oldukça gelişmiştir. Dinsel baskı olmadığı için İskenderiye’de anatomi alanında son derece başarılı çalışmalar yapılmıştır. Cerrahi, tıp alanında ayrı bir uzmanlık dalı haline gelmiştir. (M.Ö 2–1.yy.lar) İskenderiye Okulu başta tıp olmak üzere bilim ve felsefe gibi daha birçok alanda ün yapmıştı. Ayrıca bu tarihte çağın en önemli kütüphanelerinden birine sahipti. İskenderiye’nin iki ünlü hekimi Herophilos ile Erasistratos adlı ünlü hekimleri başarılı çalışmalar yapmıştır. Herophilos, Beynin zekânın ve sinir sisteminin merkezi olduğunu kabul etmiştir. Fallop tüpleri ile yumurtalıkları keşfetmiştir. Anatomik çalışmalarını deney ve diyet ile birleştirmiştir. Erasistratos, insan beyni üzerinde çalışmalar yapmış, beyni beyincikten ayırmıştır. İnsan beynini hayvan beyni ile karşılaştırmıştır. İnsan beynini hayvan beyninden ayıran özellik olarak yüzeyindeki belirgin kıvrımları göstermiştir. Kalbi kanın dağıtıcısı olarak tanımlamıştır. M.Ö 2. yy’ın sonlarında Yunan tıbbı, Roma tıbbını etkilemeye başladı. Roma tıbbı çok gelişmiş değildi. Başlangıçta Yunanlı hekimler, Roma’da bir direnişle karşılaştılar. Romalılar halk hekimliği geleneklerine -bilimsel tıptan ziyade batıl inançlara göre yapılan tedavi şekilleri- bağlılığı bu direnişin sebebi olmuştur. M.Ö 295‘te Roma’daki veba salgını için Roma- Tiber Nehri’nde adada- Yunan tanrısı Asklepios adına tapınak yaptırıldı. Salgın yavaş yavaş gerilemeye başlayınca Yunan hekimlerine inanç artmaya başladı. Ayrıca Bithynialı Asklepiades bu dönemde Roma’ya yerleşmiş İlk Anadolulu hekimdir. Başarılı çalışmaları ile Yunanlı hekimleri ve tıbbının Roma İmparatorluğunda kabul görmesini sağladı. M.Ö I.yy Roma’da tıp, köle ya da özgür bırakılmış köleler tarafından ya da çoğu Yunan ya da Yunan kökenli hekimler tarafından uygulanmaktaydı. M.Ö 46’da İmparator Ilius Ceasar tarafından Roma’da yaşayan doktorlara vatandaşlık hakkı tanıdı. Böylelikle hekimlere verilen önem giderek artmaya başladı. Hekimlik sadece köleler ve Yunanlı hekimler tarafından değil Galenos (Marcus Aurelius’un özel hekimi) ve Xenophon (Claudius’un saray hekimi) gibi Roma vatandaşı olan hekimlerce de yapılmaktaydı. Roma’da hekimler; bağımsız pratisyenler, belli aile veya imparatorlara çalışanlar ile sivil kurumlara bağlı olarak farklı biçimlerde çalışmaktaydı. Halk hekimlerine şehir meclisi tarafından maaş verilirdi. Tüm hekimler vergiden ve zorunlu hizmetten muaf tutulmaktaydı. Halk hekimlerinin hastadan para almaları yasaktı ve oldukça iyi sayılabilecek yaşam standartları vardı. Hekimler, kendilerini geliştirmek, deneyimlerini arttırmak için İskenderiye, Smyrna, Ephesos gibi tıp merkezlerine gider ya da ünlü hekimlerin yanında eğitim alırlardı. Bunlar zorunlu olarak yapılması gerekli değildi. İsteyen herkes kendini doktor ilan edebilirdi. Hekimlik alanında çıraklık -sanat ve zanaat dallarında olduğu gibi – çok geçerliydi. Hekimler ve cerrahlar en az bir yardımcıya ihtiyaç duyarlardı. Çırak ya hekimin çocuğu ya da genç bir akrabasıydı. Akraba bağı yoksa hekime çıraklık parası öderdi. Hekimlerin kurdukları kendi birlikleri –collegeium-vardı. Bu şekilde bir araya gelerek mesleki sorunların görüşüldüğü toplantılar yapıyorlar, yarışmalar, yemekler gibi çeşitli sosyal aktiviteler gerçekleştiriyorlardı. Arkeolojik ve yazılı kaynaklar hekimlerin cerrahi müdahale yaptıkları yerler hakkında da bilgi vermektedir. Hekimlerce kiralanan ya da sivil kurumlarınca gösterilen yerlerde yapılmaktaydı. Sokaklarda yer alan küçük dükkânlar –tabernae medicae- da cerrahi müdahaleler yapılmaktaydı. Askerler, askeri hastanelerde tedavi ediliyordu. Zenginler kendi evlerinde özel doktorların çalışabileceği klinikler oluşturmuştu. Hippokrates’in Corpus adlı eserinde cerrahi müdahalelerin yapıldığı bu ünitelerde aydınlatmanın iyi olması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca hekimlerin cerrahi müdahale sırasında en uygun pozisyon –oturduğunda bacaklar düşey durumda ve dizlere göre dümdüz- belirtilmiştir.

ÖLÜMÜN GİREMEDİĞİ YER: ASKLEPION-3
Antik çağda en yaygın hastalıklardan biri eklem hastalıkları ve ağrıları idi. Çalışan insanların zorlu yaşam koşulları bu hastalığın 30 yaşından başlayarak insanları etkilediği ortaya çıkmıştır. Bazı göz hastalıkları (miyop, katarakt, şaşılık ve göz kapağı, göz çevresi dokuları gibi) da antik dönemin diğer yaygın hastalıklarındandı. Köylerde ve küçük kasabalarda akraba evliliğinin sık görülmesine bağlı olarak cücelik de günümüze göre fazlaca görülmekteydi. Bazı kadın hastalıkları (göğüs kanseri, düşük v.s.) sıklıkla görülebiliyordu. Antik çağda esas ölüm nedenleri genellikle bakteri ve virüslerin sebep olduğu salgın hastalılardı. Zatürre, menenjit, cüzzam, akciğer tüberkülozu gibi enfeksiyonel hastalıklar toplu ölümlere sebep olabiliyordu. M.S 65’te Roma’da bir salgında otuz bin kişinin öldüğü belirtilmiştir. Salgınlarda genellikle şehirlerde- iç içe ve sağlıksız evlerde-yaşayanlar etkilenmiştir. Yunanlı ve Romalı hekimlerin uyguladıkları tedavi yöntemleri arasında diyet, egzersiz, ilaç ve cerrahi yöntemleri yer almaktaydı. Cerrahi uygulamalardan önce müshil, kusturucular, kan aldırma, ferahlatıcı içkiler, diyet, sıcak- soğuk su banyoları, masaj gibi vücuttan toksik maddelerin atılması öncelikli idi. Gerekirse cerrahi yöntem uygulanmakta idi. Hastalıkların tedavisinde en sık kullanılan yöntem kan alma –flebotomi- yöntemiydi. Bu amaçla kullanılan kaplar –cucurbitula- genellikle dar boyunlu, yuvarlak bir gövde ve deri yüzeyine iyi oturmasını sağlayan yuvarlatılmış ağız kısmı bulunmaktaydı. Dip kısmında ise bir çengele ya da ayaklığa asabilmek için halkası bulunuyordu. Genellikle cam, bronz ya da boynuz malzemeden yapılmışlardı. Bazı durumlarda emme kapları yerine sülük kullanılmaktaydı. Tedavide kullanılan yöntemlerden olan ilaçlar genellikle bitki ve sebzelerden oluşuyordu. Bunlara inorganik veya organik maddelerin yanı sıra baharatlar da eklenebiliyordu. İlaç kapları, daha çok bronz ve fildişinden kaplardı. Ahşap kaplara da rastlanmaktaydı. İlaç formları tablet ve toz şeklindeydi. Bileşimleri hakkında çok fazla bilgi olmamakla birlikte bakır, kurşun, çinko ve demir en sık kullanılan maddelerdi. Bu maddeler tek başlarına kullanılabileceği gibi karışımlar halinde de kullanılmaktaydı. İlaçlar yara ve ülserlerin tedavisinde, kanamayı durdurmak için, doku ve damarları daraltıcı, yakıcı, temizleyici, kurutucu, soyucu ve yumuşatıcı gibi amaçlar için kullanılmaktaydı. Antik Dönemin en iyi farmakopeleri Dioscorides, Celsus ve Galenos’tu. Tüm hastalıkların nekahet dönemleri çok önemli idi. Sağlık Tanrısı Asklepios bazen ayağının dibinde başlıklı bir örtü ile bir çocuk ya da cüce figürü ile tasvir edilirdi. Bu nekahet tanrısı Telesphoros’tu. Gücü, Asklepios şifa tanrılarının gücünü artırarak tamamlardı. Zenginler nekahet dönemlerini sağlık merkezleri olan şifa tapınakları ve kaplıcalarında, yoksullar ise yerel şifa tapınak ve kaplıcalara geçirirlerdi. Antik Dönemde yoksul insanların zor ve yetersiz yaşam koşullarının (ağır çalışma şartları), zengin insanların lüks yaşamının getirdiği hastalıklarla (kontrolsüz yemek yeme alışkanlıkları gibi) hayatlarının büyük bir kısmı şifa arayışıyla geçmekteydi. Yoksul insanların ortalama yaşam süreleri 35-50 yıl, zengin insanların ortalama yaşam süreleri 60 yıl idi. Hastaların şifa arayışında tanrılara yöneliş önemli bir yoldu. İnanç sistemlerinde günlük yaşamın nerdeyse bütününü ilahi güçler oluşturmaktaydı. Ancak bu yeterli değildi. Zamanla tanrıların elçileri statüsündeki rahipler kadar önemsenmeye başlayan hekimler hastalar için şifa olmaya başladılar. Hastalıkların gözlemlenmesi, uygun tedavi yöntemlerin bulunması ve uygulanmaya başlanması tıbbın gelişmesini sağlamaktaydı. Tüm bu arayışlar çok da yeterli olmayan koşullarda sağlanmaya çalışılıyordu. Koşullar ne olursa olsun antik dönemde uygulanan tedavi yöntemleri birçok hastalığın tedavisinde umut kaynağı olmuştur. Döneminin önemli sağlık merkezleri –şifa tapınakları, kaplıcalar- hastaların iyileştirmesine yönelik rahiplerin ve hekimlerin hizmet sundukları hastaneler olarak karşımıza çıkmıştır. Arkeolojik veriler ve yazılı kaynaklar bu merkezlerdeki tedavi yöntemlerinin ilahi güçler de dikkate alınarak yapıldığını göstermektedir. Bu şekilde sağlık merkezlerinin tapım –kült-merkezleri olma işlevi de vardı. Bu merkezlerin tıbbın kuramsal çalışmalarla desteklenmesini sağlayacak zengin kütüphaneleri vardı. Sağlık merkezlerini ziyarete gelen çok sayıdaki düşünürler, filozoflar, tarihçiler fikir alış verişlerinde bulunarak akademik çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Antik dönemde tıp alanında yapılan her türlü araştırma, uygulama, tespit ve öneriler zaman içersinde bilimsel yöntemlerle gelişerek ve ilerleyerek bugünkü modern tıp anlayışını oluşturdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder