26 Mart 2011 Cumartesi

Affetmek

Hayatımızın çoğunu, geçmişten şekillenen birçok şeye tutunarak geçiririz, bu nedenle de gerçekten özgür olmanın ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Bazen birtakım şeyleri, ilişkiler olsun, durumlar olsun, sadece onlara tutunduğumuzda elde edebileceğimizi düşünürüz. Eğer bir kuşu sıkıca tutarsanız, büyük olasılıkla ona zarar verebilirsiniz. Kuşu nazikçe tutmakla bile, onun varolma nedeni olan uçabilmeyi gerçekleştirmesine engel olur. Elimde bir çiçeği tutarsam, ömrü ne kadar sürer? Eğer suya koyarsam daha uzun yaşayacaktır. Eğer çiçek toprakta, doğal yaşam ortamında  kalırsa, daha da uzun süre yaşayacaktır. Öncelikle, çiçeğe sahip olma isteğim nedeniyle onu keserim. Sonra da, çiçeğin vazoda durması da yeterli olmaz, benim olması için onu tutmak isterim ve böylece hayatını yadsımış  olurum.
İlişkilerde, birisini bırakmadığım zaman, onlara kendilerini ifade etmeleri ve kendileri olmaları için alan ya da özgürlük vermemiş olurum. Bırakmamak ve gitmesine izin vermeyi istememek benim kendi güvenliğimdir. Korkarım ve bu nedenle sürdürmeye ihtiyacım olur. İçimde istikrarlı, emniyette ve güvenli olduğum an,  devam ettirmeye ihtiyacım kalmaz.

Gitmesine izin vermek yaşamak ve yaşanmasına izin vermek için çok önemlidir. Eğer izin vermezsem, başkalarının hayatta kalmalarına izin vermemiş olurum. Neden koşulların gitmesine izin vermek istemeyiz? Koşullar değişir, hiçbir şey aynı kalmaz. Her an farklı bir sahnedir. Bu sahneleri kendi zihinlerimizde sürdürürüz. Belli bir durumun imajı, veya her hangi bir şeyin zihinde kalmış olan etkisi kafamda tekrarlanmaya devam eder. Bu bilinç düzeyine bağlı kalırım ve bu da kıymetli bir alanı işgal eder. Zihnimde yalnızca sınırlı, mahdut miktarda bir alan vardır. Bununla ne yapacağımı seçebilirim. Her nasılsa güzel anıların yok olduğu ve yalnızca acı dolu anıların kaldığı görülür. Bu gariptir, çünkü acı deneyimlemek istemem, ama gene de acı dolu anılara bağlı kalırım. Bu anılar hakkında tekrar tekrar düşünerek tekrarlanan bir acı yaratır ve kendime eziyet ederim. Zulmeden başka bir kimse değildir. Kendime zulmederek ve bu belirli durumun gitmesine izin vermeyerek kendimin kurbanı haline gelirim.
Şükürler olsun ki her zaman bu durumda olmayız, fakat, elbette, yaşamımızda koşulların veya ilişkilerin içinde tutulmuş kaldığımız süreçler olur. Kendime gelişmek, akmak ve ilerlemek için imkan vermem önemlidir. Eğer bunu kendim için yaparsam, etrafımdaki başka herkesin de ilerleyebilmesi ve gelişebilmesi için yer ve izin vermiş olurum.

Teori böyledir – ama bunu nasıl yapabilirsiniz? İlk olarak, kendi içsel dünyam için bir şeyler yapmam gerektiğini idrak etmem ve buna önem vermem gerekir, çünkü süreç zihnimde oluşmaktadır. Özgür olmam gereken düzey içseldir. Çoğu kişi meseleleri dışsal olarak ayarladıklarında her şeyin daha iyi olacağını düşünürler. Meseleleri dışsal olarak sınıflandırmak, sanki onların üzerline yapışkan bant koymak gibidir, bu bir süre için bazı şeyleri bir arada tutar ve sonra bir başka bant parçası gerekir, ve sonra bir başkası, ve sonra bir başkası. Hızlı bir ayar yeterli değildir. Meselelerin zihinde başladığını ve sonra dışa doğru hareket ettiğini anladığımız zaman, meseleleri seçip ayırmak için, cevapları içimizde aramaya başlayabiliriz. Böylece daimi çözümlerle karşılaşırım.

Gitmesine izin vermek, kesip atmak anlamına gelmez. Eğer bir şeyi keskin bir bıçakla kesmeye çalışırsanız, o zaman muhtemelen çok miktarda kan akacaktır ve mutlu bir deneyim olmayacak, çok acı verecektir. Meseleleri kesmek iyi değildir. Ilımlı bir şekilde geri çekilin,  çözün ve meseleler değişime hazır olduğu zaman, doğru anda gitmesine izin verebileceğinizi fark edin. Bu çok daha yumuşak ve daha az acı veren bir süreçtir.

Kendinize sorun: ihtiyacım olan şey gerçekte nedir? Kendi içsel gereksinimlerinizi yerine getirmeye başladığınız zaman, aslında o kuşu tutmanız gerekmediğini idrak edeceksiniz. Elinizi açtığınız ve kuşun özgürce uçuşunu izlediğiniz zaman, onun güzelliğini ve uçuşunu takdir edebilir ve sevebilirsiniz. Muhtemelen kuş, kendi doğal arzusu ve seçimiyle, uçarak geri gelecek ve elinizde dinlenecektir.

Bu nedenle, arzularımın gitmesine izin vermem gerekir. Bir arzu doğduğu zaman, bunu yerine getirmeyi başarıncaya kadar dönüp duracak ve zihninize geri gelmeye devam edecektir. Arzu bir kez yerine getirildiği zaman, daha fazla arzular olacaktır, ve daha fazla, ve daha fazla. Bu hiçbir zaman huzurlu bir hale ve doyuma ulaşamayacağım, bitmeyen bir durumdur. Arzularımın gitmesine izin verdiğim zaman, içimde huzura sahip olabilirim. Gitmesine izin vermek, bütün ihtiyaçlarımın içimde olduğunu bilmektir. Bunu izlediğim ve  düşüncelerimin, sözlerimin ve eylemlerimin bu gerçeğe göre sıralandığından emin olduğum zaman, gereksinimlerim sağlanır. Bir zamanlar Gandhi’nin söylediği gibi, “ Herkesin ihtiyacına yetecek şey var, ama bir kişinin bile ihtirasına yetecek kadar yok.”–Mahatma Gandhi.

Ruhun içinde pek çok boş alan vardır. Bu boş alanların başkaları, iş, mevki, mülkiyet ve ortaklar tarafından doldurulacağını düşünürüz. Bununla birlikte, kendimizi ne kadar fazla dışsal şeylerle doldurmaya çalışırsak çalışalım, hala içsel boşluk duygusu vardır. Boş alanları doldurmanın yolu, ilişkilerin kumunu, ya da iş mevkisinin değişken koşullarını, veya işin bana getirdiği mülkiyetleri değiştirmek değildir, ama kendi içsel kaynaklarımı akıtmak ve İlahi olanla bağlantı kurmaktır. Bu hudutsuz kaynak, beni asla hayal kırıklığına uğratmaz, veya hiçbir zaman tükenmez. Bu, hepimiz için her an mevcut olan bir olanaktır.

Kendimi doldurdukça, kendi içsel varlığıma geri gelen sevginin, huzurun, neşenin ve gücün kuvvetini hissedebilirim. Kendine dayanan ve kendine yeten olabileceğimi bilmekte emniyet vardır. Artık insanlara ve nesnelere bağlanmaya ihtiyacım yoktur. Başkalarıyla olduğum zaman,sevgi ve mutluluk değiş tokuşu olur, ama gene de başkalarına bağımlı olmam.  Eğer civarımda olmazlarsa, onları özlemem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder